tex

  • Anasayfa
  • Hiç Yılın Koleksiyoneri Seçildiniz mi?

Hiç Yılın Koleksiyoneri Seçildiniz mi?

Hiç Yılın Koleksiyoneri Seçildiniz mi?

Benim başıma geldi valla.
Koleksiyoner nedir, önce ona bir bakalım. Keratanın çok tanımı vardır. Asırlardan beri tarihçiler, sanat tarihçileri, antropologlar, arkeologlar, sosyologlar, psikologlar, mikrobiyologlar her türlü loglar, Adli Tıp vs. bu konuda araştırma yapıp dururlar.

Bütün bu uğraşılardan hiçbir netice çıkmaz. Çünkü Koleksiyoner olmak “pathetic” bir sendromdur. Koleksiyon yapabilmek için kişinin Manik-Depresif, Şizofren, Obsesif, Psikotik, Psikopat, vs. olması gerekir. Bu acayip ruh hali insanı malını mülkünü satmaya kadar götürebilir. Çünkü eserler elde olmayan paralar ile alınır. Sonunda borçlar ödenemez ve saklanmak için alınmış olan bütün o eserler mahkeme kararı ile borçların ödenmesi için satılır. Bu arada şunu belirtmekte de yarar var: Her şeyin Koleksiyonu yapılabilir. Deniz Taşlarından yazarını tanımadığınız Eski Mektuplara, Diş Fırçası Çeşitlerinden, Süpürge Saplarına kadar.

Bu durumda yılın Koleksiyoneri nedir; onu da bir irdeleyelim bakalım. O yıl içinde en çok eser alan mı; yoksa o yıl içinde eserlere en çok para harcayan mı; yoksa o yıl içinde müzayedelerde satılan en pahalı eseri alan mı; yoksa o yıl içinde ne kadar önemli bir eseri aldığını ona buna anlatan mı; yoksa ilerde müze açacağını söyleyen mi; yoksa ne kadar çok sanatçıyı yakından tanıdığını söyleyen mi; yoksa herkese “Sakın kimseye söyleme, ama ben bir Van Gogh aldım” diyen mi; yoksa “Benim dedem İbrahim Çallı’ya kendi portresini yaptırmıştı, ben dört nesildir tablo toplayan bir aileden geliyorum” diyen kendini bilmez mi veya kiloyla portre satın alan ve arkasından “Aptal mıdır, nedir” denilen midir? Bu son iki tarif galiba bana uydu. Bu soruların cevabı tek ve nettir. Öyle A, B, C vs. gibi değişik cevaplardan seçilecek bir alternatifi de yoktur. El cevap: Yukardakilerden hepsi de doğrudur. Burada tek kelek, ne dediğini unutup, her seferinde yukardakilerden başka birisini söylemektir. Bu olay da insanlar tarafından iki şekilde yorumlanır. Adama ya salak damgası vurulur ya da amma müthiş bir Koleksiyoner denir. Adam kelimesini kullanmamın nedeni, koleksiyon yapan hanım sayısının tüm T.C. de bir veya iki olmasıdır. Koleksiyonlar genellikle Cenabettin-Şevkiye Koleksiyonu gibi adlarla anılsa da eserleri daha çok erkekler alır. Hanıma sorup alındıysa yukarıdaki gibi adlandırılır. Hanıma sorulmuyorsa sadece adamın adıyla anılır. Hanım da adama ha bire “Şakirrrrrrrr, paramızı bu acayip şeylere harcayıp duruyorsun, ihtiyarlığımızda paramız kalmayacak” diye söylenir.

Koleksiyoner tipine gelince bunlar değişiklik gösterir. Bazıları Sanat Koleksiyonu yapmanın sosyeteye girmek için uygun bir atılım olduğunu duymuştur. Sosyete zaten herkesin girmek istediği, fakat kimsenin ne olduğunu bilmediği acayip bir kavramdır. Bu vatandaşlar haklı olarak bu işten anladığı söylenen bir “Danışman” (Bu da tuhaf bir kelime ya. Yarısı Türkçe diğer yarısı İngilizce. Çok yaratıcı bir milletiz valla) bulurlar ve onun gösterdiği tabloları alırlar. Ve her işte olduğu gibi bu işi öğrenene kadar da danışmanın kazığını yer dururlar. Koskoca kazık nasıl yenir anlamam ama bugünkü konumuz kazık değil zaten. Bir de ne bulurlarsa alanlar vardır. Bunların evleri çöp evine döner. Adamın hanımı kocasına çaktırmadan eserleri Bakkalın Çırağına, Postacıya, Su Getiren Çocuğa vs. “Yeter ki evden gitsinler” diye verir. Böylece evde daha yaşanabilir bir ortam olur. Bazı Koleksiyonerler ise sadece belli bir sanatçının eserlerini alırlar. Sanatçı ilerde şöhret olmazsa Koleksiyonerin çocuklarına beş para etmeyen yüzlerce tablo miras kalır. Onlar da bunları yalvar yakar eskicilere verirler. Eskiciler de bu eserleri ona buna satarlar. Derken elli sene sonra sanatçının değeri ortaya çıkar ve Koleksiyonerin torunlarının çocukları “Büyük dedemiz takke alacağım diye şu tabloları satmasaydı” diye garibim büyük dedeye söylenip dururlar. Bir de şöyle yakınanlar vardır. “O zamanlar Ressam Ali Malumat Bey yaptığı işleri getirirdi; on tanesini bir liraya satardı, biz de gülüp geçerdik. O zamanlarda bu işler başka türlüydü; ne hıyarmışız be” Bir de genç sanatçılardan eserler alıp onların geçinmesine katkıda bulunan Koleksiyonerler vardır. Aradan otuz yıl geçip bu eserler para etmeye başlayınca, aralarından bazı sanatçılar “Parasız zamanımızda bizden ucuza eser alırdı” demeye başlarlar. Ama sanattan anlasın anlamasın, sevsin sevmesin, bu işe gönül verip şöyle ya da böyle bu konuyla ilgilenen ve sanata katkıda bulunan herkese bence çok saygı duymak lazımdır.

Bendenize gelince bu yılki TÜYAP 2010 Sanat Fuarında Yılın Koleksiyoneri seçildim. Merey Koleksiyonu sahibi olarak yukarda belirttiğim şıklardan hangisinden dolayı seçildiğimi bilmiyorum; ama seçtiler işte. Sosyeteye gireceğiz diye İpekle önce çok sevindik. Ve hemen Nişantaşı sokaklarını arşınlamaya başladık ki paparazziler “Manavlar ve Hıyarlar” sayfaları için fotoğraflarımızı çeksinler. İpek anneannesinin pembe desenli uzun donunun üstüne kendi genç kızlığından kalma siyah mini şortunu giydi. Ben de pantolonumun paçalarını keserek on santim kısalttım ve çorapsız ayaklarıma siyah iskarpinler geçirdim. Laf aramızda ayaklarım fena halde su topladı. Acıdan ölmeme rağmen erkekliğe şey sürdürmedim.

Neyse, beni seçmişler ve bu durum bana tebliğ edildi. Seçenlere çok teşekkür ettim. Ama beni kim niye, neden, nasıl seçti, yüzümde Antep Çıbanı çıksın ki bilmiyorum. Sonra bana dediler ki “Koleksiyonunuzdan şu, şu, şu tabloları seçtik; bunları şu gün fuar alanına getirin”. Neyse götürdük. Sağ olsunlar sergi ile ilgili nefis bir Katalog bastırdılar. Derken tabloları astılar. Asılırken ben yoktum. Kim neyi, nereye, neden, hangi maksatla, nasıl ve saat kaçta astı bilmiyorum. Zaten asanları daha sonra da görmedim. Vallahi billahi görmedim. İki gözüm önüme aksın ki bu konuda hiçbir şey bilmiyorum. Bunu belirtmemin nedeni sanatçılar arasında benim eserim iyi yere asıldı, asılmadı kavgası çıkarsa, bendeniz garibin bu konuda hiçbir suçu olmadığını efkâr-umumiyeye bildirmektir. Bu arada aklıma geldi, standa bir de Anı Defteri koydum. Yani stant tamam oldu. Açılış günü Kültür Bakanı açılışı yaptı. Peşinde ne işe yaradıkları anlaşılamayan otuz kişi ile bizim standa da geldi. Tabii o kadar adam bir anda dalamadı içeri. Birbirlerinin önüne geçip Bakana daha fazla dalkavukluk yapabilmek için itişip kakışmaya başladılar. Sonradan öğrendim ki, politikacıların önemi arkalarında dolaşan adam sayısına göre belirlenirmiş. Bu arada Bakan benim elimi sıktı. Bunun üzerine bakanın yanındaki kırklı yaşlardaki hoş bir Hanım da elimi sıktı. Oradan simsiyah bıyıklı yağcının biri kulağıma eğildi ve “Hanımefendi, merhaba diyor” dedi. Halbuki ben de “Yakışıklım, bu gece yemeğe çıkalım mı?” diyor sanmıştım. Meğerse bu güzelce ve son derece sade ve entelektüel görünümlü Hanım İspanya Kültür Bakanı imiş. İpek duymasın, ama az kalsın bir Hanım Bakan tavlayıveriyordum. Kadıncağız otuz kişilik kara bıyıklı esmer adam arasında zaten biraz “off” kaçıyordu. T.C.’ li Bakan resimlere baktı baktı ve “En eski resim hangisi?” deyiverdi. “Girişteki ilk resim” dedim. “Ha” yorumunda bulundu ve “Haydi biri bize yol göstersin de fuardan çıkalım” dedi. Otuz kişi bu sefer yol göstermek için Bakanın önüne geçtiler. Tabii yine çıkışa sığamadılar vs. Bu arada Sanatçılar arasında kavga tezahür etmemesi için Katalog sanatçıların doğum tarihine göre tasarlanmıştı. Neyse her şey tamam oldu ve Fuar resmen açıldı. Biz de Stantta nöbete başladık. Bir de baktık ki yanımıza köfte, dolma, sucuk neyi almayı unutmuşuz. Allahtan komşu Stanttakiler tanıştı da onlardan çimlendik. Derken ziyaretçiler gelmeye başladılar. Malum “Onur’um” ya; o yüzden bizim stant en başta. “Ressam Bey, elinize sağlık ne güzel resimler yapmışsınız.” İnsanları kırmamak için “ayıptır söylemesi, ama ben biraz yetenekliyimdir de” gibi cevaplar vermeye başladım. Veya “Hepsini siz mi yaptınız?” yahut “Hepsi sizin mi?” “Ay ne güzelll bir sergi, bayıldım valla” vs. vs. Sonra fiyat sorup satın almaya kalkanlar oldu. Yan taraftaki stanttan daha ucuz fiyatlar vermeye başladım. Sonra baktım ki tablo satarsam Komşu Stant hiç iş yapamayacak. Satmaktan vazgeçtim. Bu arada kedimiz dahil tüm ailemizin resmedildiği tablo önünde istek üzerine bilumum insanla beraber fotoğraf çektirmeye başladık. Fotoğraf çektirenler bu işten ne anladılarsa. Anı defterine yazanlar oldu. “Sevgili Anı Defteri; iyi ki varsın”. Bu patırtı arasında dört adet söyleşi yapıldı. Fotoğraf ve filmler çekildi. Meğersem gelenler Manken Ajansındanmış. İhtiyar Koleksiyoner tiplerine ihtiyaç duyan olursa ellerinde fotoğraflarımız bulunsun isterlermiş. CNN dedi ki “yarın saat 16:30 da ki Afiş programında yayınlayacağız”. Ertesi gün saat dörtte ailecek hep beraber geçtik TV’nin karşısına. Saat 16:20 oldu. “Tamam, artık çıkıyoruz ekrana” derken, “son dakika gelişmesi haberi” girdi araya. Bir de baktık ki, her şeyi dava etmeye alışmış olan bir Siyasi Partinin üyeleri bu sefer de biraz değişiklik olsun diye birbirlerini dava etmeye karar vermişler. Çok olağan bir haberi insanlara önemli bir haber diye yutturup, bizim güzel yüzlerimizi T.C. kamuoyundan uzak tuttular. Biz de bir daha röportaj vermemeye karar verdik. Zaten bir daha da arayan soran olmadı.

Fuarın ikinci gününden itibaren sanatçılar da gezmeye başladılar standımızı. Her biri başka bir eseri beğendi. İçimden “İyi ki kendi yaptığım tabloları asmadım” dedim; yoksa en beğenilenlerin benim eserlerim olacağından şüphem kalmadı. “Helal olsun, T.C.’de böyle güzel başka bir portre koleksiyonu yok; sizi tebrik ederim” diyenler oldu. Ama eminim içlerinden “Ulan aptal adam, toplayacak başka bir şey bulamadın mı” diyorlardı.

Akşam yemeğine sevgili dostlar da katılıp bizi çok sevindirdiler ve onurlandırdılar. Bu yılki tören konuşmaları ilk defa kısa kısa yapılıyor diye sevinirken; yaşlıca üstatlardan biri duygularını 1867’lerde Kafkaslar’ dan gelen dedelerinden başlayarak anlatmaya kalktı. Benim de bu durum vesilesiyle “Bana seksen yaşımdan sonra ödül mödül vermeyin” demem gerekti. Çok güzel bir akşam oldu. Hakikaten çok duygulandık, sevindik ve onur duyduk. Hele benim için çok anlamlıydı. İki gün önce altmış yaşımı doldurmuştum ve hayatımda ilk defa bir ödül almıştım. Tüm tahsil hayatı boyunca her yıl başarı ödülü almış bir kişi olarak bu konu İpeğe fazla bir şey ifade etmedi tabii. Bu arada bize verilen ödül plaketini kontrol eden Zehra plaketin essahtan gümüş olduğunu belirtti ve “tamamdır, alabilirsiniz” dedi.

Beni onurlandıran tüm dostlara, bana bu ödülü layık gören TÜYAP yetkililerine ve Seçisi Kurula çok çok teşekkür etmek istiyorum. Böyle ödüllerin verilmesinin genç Koleksiyonculara büyük bir teşvik olacak düşüncesindeyim.

Anı Defterimize yazılan bazı düşünceleri esaslarına aynen sadık kalarak sizlere sunuyorum:

Bir tane Kürtçe var. Okuyamadım.
Bir tane Rusça var. Yazının sonunda Türkçe olarak Rusça yazmış.
Bir tane de İngilizce var. İngilizce biliyorum, ama el yazısını okuyamadım.
Bir tane Almanca buldum. “Tüm Türk Sanatçılarına selamlar.”
“İnanılmaz bir yer! Bunları çizmek için büyük çaba ve yetenek lazım”
“Hayatın ne getirdiği belli, ama insanların götürüp getirdikleri belli değildir”
“Evet, güzeller, ama adam geçmiş insanları çizmiş”
“Ay bayıldık vallahi bravo, ne diyelim; süper yetenek”
“Bugün mutluyum Tüyap’ dayız. Hayat güzel, her şey güzel, ama her şeye rağmen aklımda sen varsın”
“Uzun lafın en kısa hali, I LOVE YOU”
“Anlamsız sözler boş kâğıda benzer”
“Benim yazım da bir sanat”
“Fazla beğenmedim diyecektim, ama spr……”
“En güzeli Harry Potter’ e benzeyen o bıyıklı adam”
“Burada iyi olan tek şey Alacakaranlık romanını almak”
“Buradakiler resim”
“Annecim, inşallah bu fuardan zevk almışsındır”
“Kurbağa nallayarak geçirmiş yaşamı, at nereden bilsin pezevenk”
“Ben Sami. Resimleri çok büyük bir özenle yaptığınız belli”
“Merhaba arkadaşlar, iyi misiniz”
“Fakirliğin gözü kör olsun”
“Öncelikle selamünaleyküm”
“Yürü be koçum”
“Çok eğlenceli, güzel, muhteşem. Mucuk”
“Sevgili günlük, burada ne yaptığımı bilmiyorum”
“Burada her şey çok güzeldi, ama ben en çok altın çöp kutusunu sevdim”

No video selected.